Nifak ehline karşı dikkatli olmalıyız

Kişinin dini üç sütun üzere kuruludur. Bu sütunlar sırasıyla iman, islam ve ihsandır. Allah Teala’ya hakkıyla kul olabilme çabası bu üç sütunu sağlam kılmakla başarıya ulaşır. Bu üç unsuru dinin kendisi olarak tanımlamamız boş yere değildir. Hz. Ömer’in (r.anh) rivayet ettiği şu hadîs-i şerîfte bu durum açıkça ortaya konmaktadır. Hz. Ömer (r.anh) şöyle rivayet etmektedir: Bir gün Rasûlullah’ın (s.a.v) huzurunda bulunduğumuz sırada, elbisesi beyaz mı beyaz, saçları siyah mı siyah, yoldan gelmiş bir hali olmayan ve içimizden kimsenin tanımadığı bir adam çıkageldi. Peygamber’in yanına sokuldu, önüne oturdu, dizlerini Peygamber’in dizlerine dayadı, ellerini (kendi) dizlerinin üstüne koydu ve: Ey Muhammed, bana İslam’ı anlat! dedi. Rasûlullah (s.a.v): “İslam, Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı (tastamam) vermen, ramazan orucunu (eksiksiz) tutman, yoluna güç yetirebilirsen Kâbe’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdu. Adam: Doğru söyledin dedi. Onun hem sorup hem de tasdik etmesi tuhafımıza gitti. Adam: Şimdi de imanı anlat bana, dedi. Rasûlullah (s.a.v): “Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine iman etmendir” buyurdu. Adam tekrar: Doğru söyledin, diye tasdik etti ve: Peki ihsan nedir, onu da anlat, dedi. Rasûlullah (s.a.v) : “İhsan, Allah’a onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdu. Adam yine: Doğru söyledin dedi, sonra da: Kıyâmet ne zaman kopacak? diye sordu. Peygamber (s.a.v): “Kendisine soru yöneltilen, bu konuda sorandan daha bilgili değildir” cevabını verdi. Adam: O halde alâmetlerini söyle, dedi. Rasûlullah (s.a.v): “Annelerin, kendilerine câriye muamelesi yapacak çocuklar doğurması, yalın ayak, başı kabak, çıplak koyun çobanlarının, yüksek ve mükemmel binalarda birbirleriyle yarışmalarıdır.” buyurdu. Adam, (sessizce) çekip gitti. Ben bir süre öylece kalakaldım. Daha sonra Peygamber (s.a.v): “Ey Ömer, soru soran kişi kimdi, biliyor musun?” buyurdu. Ben: Allah ve Rasûlü bilir, dedim. Rasûlullah (s.a.v): “O Cebrâil’di, size dininizi öğretmeye geldi” buyurdu.[1] Rivâyette ortaya konduğu üzere islam, iman ve ihsân dinin kendisidir. Müslüman fert dini yaşama noktasında bu merhaleleri kat etmek zorundadır.
Müslümanların dini yaşamını tehdit eden, iman, islam ve ihsanın islam toplumunda hakim olmasını istemeyen, her fırsatta müslümanları arkadan vuran tehlikeli bir güruh vardır ki onları tanımak ve hile ve desiseleri karşısında dikkatli olmak her müslüman fert üzerine farzdır. Bu topluluk Kur’ânî terminolojide ‘’münafık’’ olarak isimlendirilir. Münafık, göründüğü gibi olmayan kimsedir. Müslümanlık iddia ederken küfrü seven ve küfür ehline hayran olan hatta daha da ötesine geçip onların müslümanları yok etme projesine hizmet edendir. Kur’ân-ı Kerîm’de bu topluluğa ilişkin şöyle buyrulur: ‘’ Şüphe yok ki münafıklar cehennemin en alt katındadırlar; artık onlara asla bir yardımcı bulamazsın. Ancak tövbe edenler, (amellerini) ıslah edenler, Allah’a sarılanlar ve dinlerine Allah için ihlasla bağlananlar müstesnadır. Onlar mü’minlerle beraberdir. Allah mü’minlere büyük ecir verecektir.’’[2]
İmâm Râzî (r.aleyh) âyet-i kerîmenin tefsîrinde şöyle der: ‘’ Bil ki bu âyette münafıklar için çok sert tehditler bulunmaktadır. Allah Teala, onlardan azabı kaldırmak için şu dört şeyi şart koşmuştur:
1)      Tövbe etmek.
2)      Amellerini ıslah etmeleri ki bu kötü işlere tövbe edip, iyi işlere yönelip, onları yapmaktan ibarettir.
3)      Allah’a sımsıkı sarılmak… Bu da, yaptığı tövbe ile amelini ıslah etmedeki maksadının, anlık maslahatları elde etme gayesi değil, Allah’ın rızasını talep olmasıdır. Çünkü onun maksadı, eğer menfaat elde edip, zararı gidermek olur ise, tövbesini ve amelini ıslahını çabucak bozmuş olur. Fakat onun gayesi, Allah’ın rızasını ve ahiret saadeti elde edip, Allah’ın dinine sımsıkı sarılma olduğunda, bu yolda sebat eder ve artık yolunu değiştirmez.
4)      İhlas… Bunun sebebi şudur: Allah Teala, onlara önce kötü şeyleri bırakmalarını; ikinci olarak da güzel şeyleri (hasenatı) yapmayı; üçüncü olarak bu bırakma ve yapmadaki gayelerinin Allah’ın rızasını talep olmasını; dördüncü olarak, bu rızayı talep edişlerinin halis olmasını ve bu gayeye, başka bir gayenin karışmamasını emretmiştir. Bu dört şart hasıl olunca, Cenâb-ı Hak, ‘’Onlar mü’minlerle beraberdir.’’ buyurmuş, ama ‘’Mü’minlerdir.’’ dememiştir. Daha sonra münafıkların, mü’minlere katılmalarını sağlamak için, şeref ve kıymetini göstererek, mü’minlere verdiği ecri zikretmiş ve “Allah mü’minlere büyük ecir verecektir” buyurmuştur. İşte bütün bu karineler, münafığın Allah katındaki durumunun çok zor ve çetin olduğuna delalet etmektedir.’’[3]
Münafıkların bu durumunu öğrendikten sonra her bir müslüman fert öncelikle münafık topluluğun vasıflarına bürünmekten kaçınmalı, onlara karşı dikkatli olmalı, onların hile ve desiselerine kurban olmamak için çaba sarf etmelidir. Şüphesiz ki kâfirlerin ne olduğu ortadadır. Onları tanımak, tehlikelerine karşı önlem almak kolaydır. Ama bizden görünen kuzu postuna bürünmüş kurtlara karşı dikkatli olmak zordur. Bu noktada uyanık olmak ziyadesiyle önem ifade etmektedir. Muvaffakiyet ise Allah’tandır.
[1] Müslim, Îmân 1.[2] Nisâ Sûresi, 4/145-146.[3] Tefsîru’r-Râzî, 11/71.

Yorum yapın